Yazan Çiğdem Şen
Nisan 2025
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı gün, İstanbul’da yaşanan deprem, bayramın tüm coşkusunu korku ve kaygıyla gölgeledi. Çocuk haklarının ve onların güvenli geleceklerinin konuşulması, kutlanması gereken bu özel günde, güzel İstanbul’a panik ve belirsizliğin hâkim olması gerçekten düşündürücü ve üzücü.
Depremin merkez üssü olan Silivri haftalardır gündemde. Üstüne üstlük, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın tutukluluk hâli, böylesi bir kriz anında şehir yönetimini daha da kilitler bir hâle getirmiş durumda.
Ben de herkes gibi sokaktayım. Deprem büyük bir hasara yol açmadı ama insanların korku ve kaygıları gözlerinden okunuyor. Daha iki yıl önce Hatay’da yaşadığımız felaket dipdiri hafızalarda; 50 binden fazla insanımızı kaybettik. Bununla birlikte, zaten 1999 depreminden sonra ülkenin her köşesinde büyük bir deprem korkusu hâkim. Ancak bugün yaşadıklarımız bize gösteriyor ki, hiçbir acıdan yeterince ders almayı öğrenememişiz.
23 Nisan çok özel bir gün. Çocukların güvenliğine ve geleceğine adanmış bir gün. Oysa bugün sokaklarda çocuklar endişe içinde çevrelerine bakıp olup biteni anlamlandırmaya çalışıyorlar. Evlerin güvensizliğinden kaynaklanan bir endişeyle herkes dışarıda ve tabii ki çocuklar yine güvende değil.
Bu düşünceler içinde sokakları adımlarken, 1755 Lizbon Depremi sonrası yaşananları geçiriyorum zihnimden. 1755'te yaşanan büyük Lizbon Depremi yalnızca binaları yıkmakla kalmamış, aynı zamanda Avrupa’da derin felsefi ve bilimsel tartışmaların da fitilini ateşlemişti. O dönemde Kilise, bu felaketi Tanrısal bir iradenin tecellisi olarak görürken, Voltaire ve Kant gibi düşünürler depremin doğal nedenlerini sorgulayıp bilimsel açıklamalar getirmeye çalışıyordu. Ancak filozof Jean-Jacques Rousseau, bu tartışmaların dışında bir yerde durarak çarpıcı bir iddiada bulunmuştu. Ona göre Lizbon’u yerle bir eden deprem, toplumsal sistemin çarpıklıklarının bir sonucuydu. Yıkım ve ölümler özellikle yoksul mahalleleri vuruyordu.
Üç yüzyıl sonra bu tartışmaların döngüsünde değişen pek bir şey yok gibi. Bugün de depremler yalnızca yoksul yerleşimleri değil, aynı zamanda "sözde" depreme dayanıklı lüks yapıları da enkaz hâline getiriyor. Modern mühendisliğin ve teknolojinin tüm iddialarına rağmen, trajediler eşitsizliklerin üzerine inşa edilmiş sistemleri çırılçıplak ortaya çıkarıyor.
Depremler, doğanın muazzam gücünü ve insan yapısının kırılganlığını gösteren birer ayna aslında. Ve bu ayna, toplumsal yapıların derinliklerinde var olan eşitsizlikleri de gözler önüne seriyor.
Neden hâlâ doğal felaketler karşısında savunmasız kalıyoruz? Neden hâlâ bu felaketlerin yükünü en çok yoksul ve kırılgan kesimler çekiyor?
Bu soruların cevabı, Rousseau’nun yüzyıllar önce işaret ettiği gibi, toplumsal sistemlerin adaletsiz yapısında yatıyor.
Günümüz şehirleri artık ekonomik ve sosyal eşitsizliklerle dolu birer mozaik. Depremler, bu mozaiklerin üzerindeki çatlakları ortaya çıkarıyor. Son yıllarda yaşadığımız felaketler, zengin ve yoksul mahalleler arasındaki yapısal farkları gözler önüne sermedi mi? Zengin semtlerdeki görkemli yapılar bile bazen yerle bir olurken, yoksul mahallelerde insanlar zaten hayatlarını kaybetmeye devam ediyor. Bu yalnızca bir mühendislik sorunu değil; aynı zamanda bir sosyal adalet sorunu.
Her depremin ardından yeniden inşa çalışmaları başlar, fakat bu süreç de genellikle eşitsizlikleri daha da derinleştirir. Yeniden inşa, yoksul kesimler için daha zorlu ve adaletsiz bir süreçtir. Bu durum, felaketin yıkıcı etkilerini uzun yıllar boyunca taşımalarına neden olur. Depremler ilk başta fiziki yıkıma yol açar ama uzun vadede toplumsal yapının ve onun anlayışının sorgulanmasına da vesile olur.
Bu bağlamda, doğal felaketlerle mücadelede yalnızca mühendislik ve bilimsel çözümlerle sınırlı kalmamalı, aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanmasına yönelik politikalar da desteklenmelidir. Eşitlikçi bir toplum inşa etmek, yalnızca bireylerin değil, toplulukların da depremler karşısında daha dayanıklı olmasını sağlayacaktır. Rousseau’nun yüzyıllar önceki tespitleri bugün de geçerliliğini koruyor. Felaketler bizi yalnızca doğa karşısında değil, kendi yarattığımız sistemler karşısında da düşünmeye sevk etmeli. Yıkıntılar arasında kalmayan toplumlar eşitlik temelinde yükselmeli.
Ben bir mimar olarak yıllardır söylüyorum: Her bina tek tek kontrol edilmeli. Ama duyduğum yanıtlar hep aynı:
“Ya güvenli bulunmayıp yıkılırsa, ben nereye giderim?”
Hele bir de kiracıysa, bu haklı talebe verilecek yegâne yanıt:
“Beğenmiyorsan çık git.”
Bu sorumsuz ve vurdumduymaz yaklaşımlar gerçekten kahredici. Mesele sadece bina sahiplerinin ya da çaresiz kiracıların değil; çocukların ve gelecek nesillerin hayatı. Herkes kendi rahatını, hatta kendi rantının peşindeyken, o binalarda yaşayan çocuklar ne olacak? Gelecekleri kimsenin umurunda bile değil.
23 Nisan 2025 aslında depreme karşı bir uyanış, bir farkındalık günü olabilir diyeceğim ama, kendimi kandırdığımın da bilincindeyim. Tek bir şey kalıyor geriye: Kuru bir temenni. Dilerim ki herkes bugün hissettiklerinden sonra bir ders çıkarır. Bu saatten sonra güvenliği ve sorumluluğu ön plana almamızın vakti geldi ve geçiyor. Çünkü sorun yalnızca bugünün sorunu değil. Yarınlar tehlikede. O yarınlar bizim değil, çocukların.
İstanbul gibi dünya çapında önemi olan bir şehir, bu kayıtsızlıkla yaşamaya devam edemez. Gerçek sınav; depremin büyüklüğüyle değil, bizim çocuklarımız için ne kadar çaba göstereceğimizle ilgili.
Ve şunu hiç kimse unutmamalı ki, bizi asıl tehdit eden yalnızca yerin altındaki faylar değil; ihmalkârlıklarımız ve sorumluluktan kaçışlarımız. Ben bu ihmalkârlığın, bu vurdumduymazlığın ürpertici, soğuk rüzgarını tüm benliğimde, bedenimde İstanbul sokaklarında dolaşırken hissediyorum.
Deprem tehdidi altında olan Istanbul şehrinde yaklaşık 800.000 konut boş olmasına rağmen, inşaat hızı düşmüyor. Nereye bakarsak inşaat tabelaları, vinçler ve şantiyeler. Deprem riski taşıyan ve artık bu kadar insanı kaldırma yetisini kaybetmiş bir şehirde bunca bina gerekli mi?
Wir benötigen Ihre Zustimmung zum Laden der Übersetzungen
Wir nutzen einen Drittanbieter-Service, um den Inhalt der Website zu übersetzen, der möglicherweise Daten über Ihre Aktivitäten sammelt. Bitte überprüfen Sie die Details in der Datenschutzerklärung und akzeptieren Sie den Dienst, um die Übersetzungen zu sehen.